Ali Haydar Efendi K.S
ALİ HAYDAR GÜRBÜZLER K.S
Güneybatı Gürcistan’daki Ahıska’da (Ahaltshe) dünyaya gelen Ali haydar efendi 1926’da Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde altmış yaşında olduğunu ifade etmesi dikkate alınarak 1866’da doğduğu söylenebilir. Resmî bazı Osmanlı evrakında tevellüdünün H.1286 yazması sebebi ile doğumunun M.1869 yılı olduğu da ifade edilebilir. İki yaşında iken annesi, dört yaşında da babası Şerif Efendi vefat etmiştir. İlk tahsilini o zaman Rusya’ya bağlı olan Ahıska’da yapmıştır. Fakat Şeyh Şamil’in ve beraberindeki Kafkas Müslümanlarının Rus zulmüne karşı direnişlerinde o bölgedeki birçok şeyh ve müderris şehit olmuş, tekkeler ve medreseler boş kalmıştır. Bu sebeple de, ilim tahsiline devam edebilmek için 1894’te Erzurum’a gidip Bakırcı Medresesi’nde bir süre ders gördü. Daha sonra İstanbul’a gitti ve Beyazıt Dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Efendi’nin Fâtih Camii’ndeki derslerine devam ederek 1901 yılında icâzet aldı. Ders Vekâleti tarafından yapılan imtihanı kazanarak Dersiâm oldu ve Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı. 1910’da Fetvahane birinci sınıf müsevvidliğine yükseltildi. 1914’te Sahn Medresesi fıkıh müderrisliğine, ertesi yıl fetvahânede teşekkül eden Te’lîf-i Mesâil Heyeti reisliğine tayin edildi. Bu görevi esnasında Mecelle’yi tamamlamak için kurulan heyette görev alarak bu eserin “Kitâbü’l-Büyûʿ” ve “Kitâbü’l-İcâre” bölümlerinin hazırlanmasına katkıda bulundu. 1916-1919 ve 1922-1923 yılları arasında önce muhatap, daha sonra da başmuhatap olarak huzur derslerine katıldı.
Medresedeki tahsil döneminde tasavvufa karşı olan Ali Haydar Efendi, irşat için bir ramazan ayında Bandırma’ya gitmişti. Vaazlarından birinde o bölgede tarikat hizmeti sürdüren Şeyh Ali Rıza Bezzâz Efendi hakkında da tenkitte bulununca Bezzâz Efendinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi namazdan sonra Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına gidip durumu hocasına anlattı. Bezzâz Ali Rızâ Efendi; “Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecek” cevabını verdi. Çok geçmeden Ali Haydar Efendinin gönlüne bir ateş düştü ve vaazda söylediği sözlerden pişman oldu. Pazar yerinde bez satan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına giderek, söylediklerinden pişmanlık duyduğunu bildirip, evlatlığa kabul etmesini istedi. Bezzâz Ali Rızâ Efendi kolundan tuttu, sırtını okşadı ve “İstanbul’da Hacı Ahmed Efendi var, ona git” dedi. Hacı Ahmed Efendi ise onu Topkapı’da ikamet eden Maşlaklı Ali Efendi’ye göndermiştir. Neticede Ali Rıza Bezzaz hazretlerine intisap etmiş ve onun halifesi olmuş vefatından sonra da Nakşi Şeyhi olarak İslam hizmetini daha da büyütmüştür.
Tarikat silsilesi Ali Rıza Efendi, Halil Nûrullah Efendi, Mustafa İsmet Yanyavî ve Abdullah Mekkî vasıtasıyla Hâlid el-Bağdâdî’ye ulaşan Ali Haydar Efendi, 1914’te Ali Rızâ Efendi’nin vefatı üzerine Sultan Selim Camii yakınında bulunan İsmet Efendi Dergâhında şeyhlik hizmetlerini sürdürdü. Ali Haydar Efendi’nin buradaki şeyhliği 1925’te tekkeler kapatılıncaya kadar resmi olarak (devlet tarafından tanınarak) devam etti. Akabinde tarikat hizmetleri vefat tarihi olan 1 Ağustos 1960’a kadar devam etmiştir.
Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi, Mahmut Sami Ramazanoğlu ve Mehmet Zahit Kotku gibi Hâlidî şeyhleri ve Ömer Nasuhi Bilmen ve Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi gibi âlimler kendisine çok hürmet gösterirdi. Ali Haydar Efendi’nin silsilesi İstanbul çarşambada İsmailağa camiinde halifelerinden Hacı Mahmut Efendi Hazretleri tarafından sürdürülmektedir. Ali Haydar Efendi, manen yetiştirdiği Mahmud Efendi hazretleri vesilesi ile Türkiye’nin kaderinde büyük etkisi olan zatların başlarında gelir. Son devrin güzide âlimlerinden Emin Saraç Hocaefendi de Ali haydar efendinin talebelerindendir.
Oğlu Hâlid Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler içelim demez, devamlı ilimle meşgul olurdu. Erzurum’dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir, sohbet ederlerdi.” Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını ister; “Sulbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır.” derdi. Kendisi ilmî mütâlaayı hiç bırakmazdı. Zevcesi Hanife Hanıma; “Hanife, Hanife yeni bir câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim.” derdi. Sert mizaçlı bir insandı. İbâdete çok düşkündü. Geniş çaplı düşünür, Müslümanların idaresi hakkında ihlaslı ve temiz insanların söz sâhibi olmasını, milletin ve devletin devamını isterdi.
Küçük oğlu Behâeddîn Gürbüzler’in ifâde ettiğine göre, ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgul olurdu. Siyâsetle meşgul olmazdı. Hatta İttihat ve Terakki fırkasına girmesi için Hüseyin Câhit ve Talat Paşa tarafından teklifte bulunulmasına rağmen, tekliflerini kabul etmemişti. Talebelerine siyasetten uzak durmalarını tavsiye ederdi.
1925’te Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra Türkiye’de kurulan yeni idâreye karşı olduğu öne sürüldü. Ankara’ya götürülüp 1926’da İstiklal mahkemesinde yargılandı. Merhum Atıf Hoca’nın “Frenk mukallitliği (taklitçiliği) ve Şapka” adlı eserinden yüz adet kadar Bandırma’daki damadına satılmak üzere göndermesi sebebiyle tutuklandı. Ankara’da Tahir Mevlevi ve Atıf Efendi ile aynı koğuşu paylaşmışlardır. 31 Ocak 1926 günü muhakeme edildi. Nihayet 3 Şubat 1926’da beraat etmiştir.
Dînî ilimlere vâkıf olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kuvvetli hitâbetiyle dinleyenleri tesir altında bırakırdı. Ömrünü İslâm dînini öğrenmeye ve öğretmeye vermişti. Kur’ân-ı Kerîm-i çok okurdu. Nefse güvenmemeyi telkin eder, talebelerine ve sevenlerine nasihatlerde bulunurdu. Zamanın şartlarına göre dînî konuları anlatmak hâricinde sakin bir hayat yaşadı.
Dini hizmetlere, emr-i bi’l-marufa büyük ehemmiyet verirdi. “Din-i mübin-i İslam’ın devam ve bekası Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker (Allah’ın emirlerini anlatmak, yasaklarından sakındırmak)’in devamına; din-i mübin-i İslam’ın inkırazı (yıkılması) emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani-l’münker’in terkine bağlıdır.” derdi.
Ali Haydar Efendi, ömrünün son sekiz yılını Bandırmada medfun olan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendinin manada işaret ettiği Mahmud Efendi’yi yetiştirmekle geçirdi.
Mahmud Efendi hazretleri şeyhinden şöyle naklediyor:
“Efendi Babam buyurdu ki: Mahmud’un elinden tutan, benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz hazretlerinin elinden tutmuş olur. Böylece halka, halka silsile, ta Peygamber efendimize dayanır. İşte buna ‘sahih yed’ diyoruz”.
Ali Haydar Efendi, vefâtından on gün evvel Fâtih-Çarşamba’daki Şeyh İsmet Efendi dergâhının yakınındaki evinde komaya girdi. On gün bitkisel hayat sürdü ve 1 Ağustos 1960 (H.1380) günü yarı beline kadar doğrulup “Allah” diyerek rûhunu teslim ettiği ifade edilir. Cenâzesini Mahmud Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi ile Ramazanoğlu Sami Efendi yıkadılar ve vasiyeti üzerine hocası olan Reîsü’l-Ulema Çarşambalı Ahmed Efendinin de kabrinin bulunduğu Fâtih Câmii kabristanına defnedilmek istendi. Fakat buna müsaade edilmedi. Cenaze namazının dahi bu camide kılınmasına izin verilmedi. Yavuz Selîm Câmiinde Ramazanoğlu Sâmi Efendi tarafından kıldırılan cenâze namazının ardından Edirnekapı-Sakızağacı kabristanında defnedildi.